Kapalı reflü ameliyatı tüm şikayetleri ortadan kaldırabiliyor
Toplumun yaklaşık yüzde 15'ini etkileyen, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasıyla ortaya çıkan ve yaşam kalitesini düşüren önemli bir sağlık sorunu olarak öne çıkıyor. Yeditepe Üniversitesi Kozyatağı Hastanesi'nden Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Anıl Ergin, laparoskopik (kapalı) reflü cerrahisi ile hastaların yüzde 90-95'inde şikayetlerin tamamen ortadan kalkabildiğini belirterek, "Ameliyatla hem diyafram kaslarını onarıp genişleyen açıklığı kapatıyoruz hem de mideyi sararak yapay bir kapak mekanizması oluşturuyoruz. Kapalı yöntemle gerçekleştirilen bu ameliyat sonrasında hastalar bir hafta içinde sosyal yaşamlarına, bir ay içinde de tamamen normal hayatlarına dönebiliyor" diye konuştu.
‘1 MİLYAR İNSAN REFLÜDEN MUSTARİP’
Reflünün toplumda oldukça yaygın bir hastalık olduğuna ve sorunun küresel boyutuna dikkat çeken Doç. Dr. Anıl Ergin, şöyle konuştu: “Reflünün global görülme oranı yüzde 14–15 civarında. Yani yaklaşık bir milyar insan bu hastalıktan mustarip. Bu kadar sık görülmesi, tedavisini de önemli kılıyor. Yutma güçlüğü, göğüs arkasında yanma, ağza acı su gelmesi, inatçı öksürük, ses kısıklığı ve tekrarlayan akciğer enfeksiyonları karşılaşabileceğimiz şikayetlerdir. Tedavide öncelikle mide asidini baskılayıcı ilaçlardan faydalanıyoruz. Ancak özellikle genç hastalarda, uzun süreli ilaç kullanması gerekenlerde, yemek borusunda ciddi hasar olanlarda veya büyük mide fıtığı bulunanlarda cerrahi tedaviyi öneriyoruz.”
KAPALI YÖNTEMİN AVANTAJLARI
Hastalığın temel nedeninin yemek borusunun alt ucundaki kapağın işlevini yitirmesi olduğunu belirten Doç. Dr. Ergin, açık cerrahiye kıyasla laparoskopik yöntemin önemli avantajları olduğunu vurgulayarak şu bilgileri verdi: "Ameliyatın temel mantığı, işlevini kaybetmiş olan yemek borusu alt kapakçığının yerine yenisini yapmaktır. Bunun için diyaframdaki açıklığı (hiatus) daraltıp mide fıtığını onarıyor ve midenin üst kısmını yemek borusu etrafında sararak yapay bir kapak oluşturuyoruz. Laparoskopik yöntem sayesinde hastanede kalış süresi 1-2 geceye iniyor, ağrı çok daha az oluyor ve iyileşme süreci belirgin şekilde hızlanıyor."
‘DOĞRU HASTA SEÇİMİ SONUCU ETKİLİYOR’
Ameliyat için doğru hasta seçiminin önemine çizen Doç. Dr. Ergin, “Ameliyatı daha çok, yemek borusunda ileri derecede hasar (Los Angeles C ve D) olan, ilaca rağmen şikayetleri devam eden, büyük mide fıtığı bulunan veya uzun süre ilaç kullanmak istemeyen genç hastalar için öneriyoruz. Eskiden uygulanan tam sarma (Nissen) yerine artık daha çok kısmi sarma yöntemini tercih ediyoruz. Bu sayede yutma güçlüğü, gaz ve şişkinlik gibi yan etkiler azalıyor ve iyileşme süreci daha konforlu oluyor. Ameliyat sonrası hastaların yüzde 90–95'inde göğüs yanması, ağza acı su gelmesi, kronik öksürük ve ses kısıklığı gibi şikayetler kayboluyor” ifadelerini kullandı.
‘AMELİYAT ÖNCESİ DETAYLI DEĞERLENDİRME ŞART’
Doç. Dr. Ergin, ameliyat kararı öncesi mutlaka detaylı bir değerlendirme yapılması gerektiğini vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü: "Her hastada mutlaka endoskopi, pH metre (asit ölçümü) ve manometri (yemek borusu basınç ölçümü) yapıyoruz. Manometri ile yemek borusunun hareketlerini değerlendiriyoruz. Çünkü burada bir hareket bozukluğu varsa, yapılacak bir ameliyat ciddi sorunlara yol açabilir. Ameliyat kararını ancak bu üçlü değerlendirmenin sonrasında veriyoruz."
‘YAŞAM KALİTESİNDE BELİRGİN ARTIŞ GÖZLENİYOR’
Cerrahi sonrası hastaların yaşam kalitesinde ciddi bir artış gözlemlendiğini söyleyen Doç. Dr. Ergin, “Uzun vadede hastaların bir kısmı yeniden ilaç kullanma ihtiyacı duyabilir, ancak şikayetler çok daha hafif seyreder. Özellikle gece hastayı uyandıran reflü atakları büyük oranda önlenir. Ayrıca reflünün yol açtığı doku değişiklikleri ve yemek borusu kanseri riski de azaltılmış olur” dedi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.