TYB Konya'da "Yazarın Aynası" etkinlikleri
TYB Konya Şubesi D. Mehmet Doğan Kütüphanesi’nde düzenlenen programda Prof. Dr. Ahmet Alkan, kaleme aldığı “Mevsim Hep Acıbahar” kitabı ekseninde yazarlık serüvenini, eserinin tarihi arka planını ve Anadolu insanının yaşadığı zorlu dönemleri anlattı.
Yazma Sorumluluğu ve Edebiyatla Kurulan Bağ
Konuşmasına yazma eyleminin kendisi için taşıdığı anlamı ifade ederek başlayan Prof. Dr. Ahmet Alkan, yazarlığı bir satış kaygısıyla değil, hayattaki bir boşluğu doldurma gayretiyle sürdürdüğünü belirtti. Alkan, yazma sürecine dair motivasyonunu şu sözlerle dile getirdi:
"Ben romanlarımı satmak için değil, yaşamımda bir bütünlük elde etmek için yazıyorum. Bu beni de ifade eden bir cümle; romanları satmak üzere değil, hayatımda eksik kalan boşluğu tamamlamak üzere yazıyorum. Her yazar bir milletin çocuğudur ve o milletin hayatını anlatmak, eserlerini kendi milli gelenek ve törelerini kaynak olarak zenginleştirmek zorundadır. Benim yaptığım da önce bu. Ancak orada kaldığınız takdirde bir yere varamazsınız; yazar ufkunu milli olanın ötesine doğru genişletmek ve evrensel olana ulaşmak için gayret göstermek durumundadır."
Alkan, eserlerini kaleme alırken geçmişe ve geleceğe karşı hissettiği sorumluluk bilincine de vurgu yaptı:
"Yaşadığım çok yoğun hayat, bir tür hercümerç içinde bir düşünce her geçen gün biraz daha katılaştı. Son yüzyılın Osmanlı'dan Cumhuriyete geçiş ve Cumhuriyet sonrasında ortaya çıkan toplumsal, şehirsel gelişmelerin ve onun içinde bireyin yaşadığı duygusal serüvenin hikayesini yazmak; bunu bir sorumluluk, bir borç olarak görmeye başladım. Benden öncekilere karşı bir vefa borcu, benden sonrakilere karşı da doğru tarihin, doğru bilgilerin ve köklerin onlara anlatılması, aktarılması sorumluluğu. Çünkü biliyor ve inanıyorum ki, kökleri olmayan insanın savrulup gitmesi kaçınılmazdır."
Anadolu’nun Acı Tarihi ve Kadının Rolü
Romanının tarihsel arka planını ve Anadolu’da yaşanan büyük kırılmaları anlatan Alkan, özellikle savaşların toplumsal yapı üzerindeki yıkıcı etkilerine ve Anadolu kadınının üstlendiği ağır yüke dikkat çekti:
"Romanın başlangıcını 93 Harbi ile yapıyoruz. 93 Harbi, Osmanlı'nın Karlovça'dan itibaren başladığı kaybetme sürecinin hız kazandığı büyük kırılma noktasıdır. 1878 ile başlayıp 1922 ile biten 44 yıllık sürekli savaşan Osmanlı'nın insan kaynağı ve besin kaynağı Konya, Osmanlı'yı ve Cumhuriyeti buğday olarak besleyen birinci kaynaktır. Bu 50 yıla yaklaşan savaş yılları, Anadolu'dan iş gücünü, kol gücünü çekip almıştır. Savaş bittikten ve kısa sürede erkek nüfusu ikame edilebilir hale gelmesine rağmen, Anadolu köyündeki kadının işleri ve rolü kurumsallaşmıştır. Erkek dağdan, odundan, ottan, hayvan bakımından, tarladan, çiftten çekilmiştir. Anadolu köylerinde ve kasabalarında kadının yaptığı işler, onun sanki doğal göreviymiş gibi bir kurumlaşmaya doğru gitmiştir."
Acının ve Yoksunluğun Romanı
Eserinin okurlar üzerindeki etkisine ve kitabın içeriğine değinen Alkan, romanın kurgusal yönü olsa da omurgasının yaşanmış gerçeklere dayandığını ifade etti:
"Acıbahar gerçekten acının romanı, yokluğun romanı, yoksunluğun romanı. Omurga itibariyle elbette eklediğim, yaşanmamış, muhayyilemde geliştirdiğim yan hikayeler var ama omurga yaşanmışlıklardan oluşuyor. Gerçekten Acıbahar’da yaşananlar, o dönem insanlarının, benim atalarımın yaşadığı acı bir hayattır. Romanın yazılış nedeni tarihi bilgi vermek, tanıklık etmek ve bilim gibi öğretmek değildir; gerçekliği yeniden kurmaktır. Acıbahar, 21. yüzyıl keşfine değil belki ama orada bir yerlerde bekleyen, unutulmaya ya da abartılarla yeni neslin gündeminden çıkarılmaya başlayan üç kuşağın ruhunu ele geçiren Anadolu'nun acılarını, yoksulluğunu ve yoksunluğunu yeni neslin kütüphane raflarına taşımayı amaçladı."
Savaşların Anadolu İnsanı Üzerindeki Yansımaları
Prof. Dr. Ahmet Alkan, romanının temelini oluşturan ve Anadolu insanının uzun yıllar süren savaşlar altında yaşadığı dramı anlatarak şu değerlendirmelerde bulundu:
“78’le başlayıp 1922’ye uzanan 44 yıllık kesintisiz savaş dönemi, Osmanlı’nın insan ve besin kaynağı olan Konya’yı derinden etkiliyor. Konya, Osmanlı’yı ve Cumhuriyeti buğdayla besleyen birinci kaynak. Dolayısıyla 93 Harbi büyük bir kırılma oluşturuyor ve bunun Anadolu’ya yansımaları var. Sason isyanları, Ermeni isyanları… Bunlar ayrıca uzun uzun tartışılması gereken tarihî gerçeklikler. Ardından Yemen ve Balkan Savaşları geliyor. Romanda anlattığım, babaannem olan gerçek bir insanın yaşadıklarıdır. Bütün yaz aylarımı 11 yıl boyunca onunla bağ evinde geçirdim. Ondan dinlediklerimden kısa notlar aldım; gerçekten dehşet yıllardı. Ardından Kurtuluş Savaşı yılları geliyor ve benzer hikâyeler içinde hayat devam ediyor.”
Alkan, savaş yıllarının bireysel acılarını roman kahramanı Fatma Ana’nın hikâyesiyle somutlaştırdığını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Nuri dedem, yani babaannemin—romanda Fatma Ana’nın—ilk eşi ve gerçek aşkı. Ondan iki çocukla kalır. Nuri dede Yemen’e gider. Fatma Ana yedi yıl boyunca ‘dönecek’ diye yolunu gözler. Sonuçta köyden giden gençlerden sadece iki üç kişi döner; diğerleri şehit olmuş ya da kaybolmuştur. Bu bekleyişler içinde çoğu zaman yaşadığımız anı kaçırırız. Bu cümle sanki Fatma Ana için söylenmiştir; o, Nuri’nin dönüşünü beklerken tam yedi yılı kaçırmıştır, yedi yıl böylece geçip gitmiştir.”
Alkan, konuşmasını kültürel köklere sahip çıkmanın önemini vurgulayarak sonlandırdı:
"Bugün sık sık kültürümüzün, özellikle de geleneklerimizin tehdit altında olduğundan dertleniyoruz. Bu tehdit karşısında önemli bir teminat olarak sahip olduğumuz en değerli şeyin köklere bağımlılık, daha da önemlisi köklerimizin farkında olmak olduğunu düşünüyorum. Anadolu kültürünün bu değerli özü, gelinlerin çeyiz sandığı kadar kutsal bir muhafazada, edebiyatın her türüne, yazıya, onun bilgeliğine ve tarihine emanet edilmiş görünüyor. Acıbahar ile ben de bu bilgeliğe katkı vermeye ve köklerime saygımı ifade etmeye çalıştım."
“Üzerine Çok Yazılmamış Bir Dönemin Arka Planını Dinledik”
Programın sonunda bir değerlendirme konuşması yapan TYB Konya Şube Başkanı Ahmet Köseoğlu, Ahmet Alkan’ın üretkenliğine ve mimarlık disiplininden gelen çizim yeteneği ile yazarlık arasındaki ilişkiye dikkat çekti. Köseoğlu konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
"Çizmekle yazmak aslında aynı şey; birbirine çok hızlı geçişkenliği olan bir meslektir. Ahmet Hoca sürekli üzerine koyan, sürekli kendini geliştiren, toplumuna da sürekli katkı vermeye çalışan bir profil. Özellikle son yıllarda hem edebiyata çok yatkın olması hem de bu tarihsel romanları peş peşe çıkarması, bizde hem hayret hem de takdir uyandırdı. Bugün burada, üzerine çok fazla romanın ya da tarihi betimlemenin yazılmadığı bir dönemin; Balkanlardan bu tarafa yapılan savaşların Anadolu’daki sosyo-politik durumunun ve buradaki dramların arka planını dinlemiş olduk. Yazarlar Birliği’nin mottolarından biri 'yazılacak çok şeyimiz var' sözüdür; Ahmet Hoca'nın da daha yazacağı çok şey var."
Program sonunda TYB Konya Şube Başkanı Ahmet Köseoğlu, Prof. Dr. Ahmet Çaycı, Abdullah Uçar ve Ahmet Alkan’ın eşi Nazlı Alkan tarafından konuşmacı Prof. Dr. Ahmet Alkan’a katılım belgesi ve TYB Konya Şubesi yayınları; program düzenleyicisi Saffet Yurtsever’e ise katılım belgesi takdim edildi. Etkinlik, günün anısına çekilen hatıra fotoğrafıyla sona erdi.


Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.